Aydınlatılmış Onam ve Hekimlerin Hukuki Sorumlulukları
Tıbbın duayenlerinden Hippocrates milattan önce 400’lü yıllarda hekimlere önce hastasına zarar vermemesi gerektiğini “Primum non nocere” diyerek ifade etmiştir. Yüzyıllar içerisinde toplumların değerleri, yaşayış şekilleri, beslenmeleri, hayattaki önem sıralamaları, insan-insan ilişkileri, insanların sosyal ve mesleki sorumlulukları da değişti ve gelişti. Tabi toplumun gelişmesi ile tıp bilimi ve hekim-hasta ilişkileri de yeniden düzenlendi. Özellikle anestezik ajan olarak nitröz oksit, eter ve kloroformun kullanmasıyla 19.yüzyılın ilk çeyreğinde modern anestezi çağı başlamış ve hekimler tarafından hastalara daha cesur girişimler yapılmaya başlanmıştır. Gelişen teknikler ve anatomi bilgisi ile girişimler daha ağrısız ve daha sık yapılmaya başlamıştır. Mikrobiotanın, antisepsinin öneminin anlaşılması, antibiyotik tedavileri ile daha başarılı ameliyatlar sayısında artışla sonuçlanmıştır.
Hekim-hasta arasında artan bu işlem, girişim, ameliyatlar nedeniyle çok daha özel ilişkilerin kurulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bir zamanlar tanı ve tedavinin tamamıyla hekime bırakılması kültüründen; şimdilerde yapılacak işlemin gerekçelerini, yapılması veya yapılmaması halinde oluşabilecek fayda ve riskleri, alternatif tedavi yöntemlerini, işlem esnası ve sonrasında yaşanabilecek komplikasyonları ve bunların da yönetimini hastanın anlayabileceği bir dille anlatarak tedaviye hastanın özgür iradesi ile katılımı kültürüne evrildik.
Hasta-Hekim Arasındaki İlişki
İnsan temel haklarından biri yaşam ve sağlık hakkıdır. Bu haklar Tıp hukuku alanına girer. Hasta hakları, hekim hakları ve diğer sağlık çalışanlarının hakları tıp hukuku bir diğer değişle sağlık hukukunun alt kırılımlarını oluşturur. Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin şekli, somut olaya göre belirlenebilir. Türk Ceza Hukuku’nda bu ilişki net olarak belirlenmemiştir. Farklı görüşler vardır. Yargıtay kararlarında çoğunlukla hekim-hasta arasındaki ilişki “vekalet sözleşmesi” olarak ele alınır. Hekim ile hasta arasında bir sözleşme imzalanarak girişim yapılır. Bu vekalet sözleşmesinin taraflarında hekim vekil, hasta ise müvekkil konumundadır. Vekil yapacağı işlem ile ilgili bilgilendirmeyi hastasına güncel tıp biliminin ışığında yapar. Detaylı bir aydınlatma gerçekleştirir. Tüm bu bilgilendirme neticesinde müvekkil hür iradesiyle vekaleti hekime verir veya vermez. Bu sözleşme taraflarca imza altına alınır. Hekim normal tıbbi girişim ve ameliyatlarda müvekkiline sonucun elde edileceği konusunda garanti vermese de bu amaç için yapacağı tüm işlemleri özenle, hassasiyet ile gerçekleştireceğine dair söz verdiği kabul edilir ve özen sorumluluğu vardır. Hastanın bilincinin kapalı olduğu acil hallerde veya kurum dışında hekimin gerçekleştirdiği ilk yardım müdahalesinde hastanın aydınlatılmış onamı alınmadan yapılan girişimler vekaletsiz iş görme kapsamında görülmektedir. Bu tip müdahalelerin hastanın açık yararına olduğu değerlendirilir. Herhangi tıbbi bir gerekçeyle ameliyata alınan hastaya, ameliyat esnasında baygın halde iken konulan yeni bir tanı nedeniyle veya yeni gelişen bir tıbbi durum nedeniyle müdahale yapılması hayati bir riskin olup olmasına bakılmaksızın vekaletsiz işlem olarak değerlendirilir.
Tıptaki estetik girişimler ise “eser sözleşmesi” adı altında incelenir. Burada hekim özen sorumluluğuna ilave olarak yapacağı işlemin neticesinin elde edilmesinden de sorumludur. Yargıtay'ın birçok kararında estetik burun ameliyatları, bölgesel yağ aldırma, gerdirme ve germe ameliyatları, diş protezleri, diş implantı, köprü yapılması, çekim veya dişe dolgu yapılması, damak protezi, lazer epilasyon işlemlerinin eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilmiştir. Bu tip estetik müdahalelerde hastanın sonucu beğenmemesi, işlem öncesi önerilen ve garanti verilen sonuca ulaşamadığı için dava etme ihtimali daha yüksektir.
Özellikle belirli ve sınırlı bir zamandan bağımsız olarak aile hekimlerinin bölgesindeki kişiler ile ilişkisinin hizmet sözleşmesi kapsamında değerlendirilebilmektedir.
Bazı hukuki görüşlerde ise tıbbi girişimlerin “sui generis” yani kendine özgü bir sözleşme başlığı altında incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Nevi şahsına münhazır bir durum olarak ele alınmalıdır.
Hasta-Özel Sağlık Kuruluşu Arasındaki İlişki
Hasta tedavi için özel bir sağlık kurumuna başvurursa gerçekleşen ilişki, hekim-hasta arasında değil, özel hastane-hasta arasında kurulur. Hekim bir taraf olarak sözleşmede yer almaz. Hekim, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu gereğince, haksız eylemlerinden doğan borç ilişkileri kapsamında kusurlu bulunabilir. Hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişi olarak, oluşan zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak son yıllarda özel hastanelerde hekimler bir işçi-işveren statüsünde çalışmamaktadırlar. Bunun yerine hekime “limited şirket” kurdurularak bu şirketten “sağlık hizmeti satın alındığı” görülmektedir. Bu durumda hekim, özel hastanenin maaşlı bir personeli değil, hastane ile hizmet sözleşmesi yapan bir tüzel yapıda mesul müdür olarak çalışan bir şirketin elemanı olmaktadır. Bu şekilde düzenlenen özel hastanedeki çalışma koşullarıyla, Türk Borçlar kanunu madde 116’da ifade edilen “Borçlu, borcun ifasını veya bir borç ilişkisinden doğan hakkın kullanılmasını, birlikte yaşadığı kişiler ya da yanında çalışanlar gibi yardımcılarına kanuna uygun surette bırakmış olsa bile, onların işi yürüttükleri sırada diğer tarafa verdikleri zararı gidermekle yükümlüdür” sorumluluğu hekime devredilmesi hedeflemiştir. Bu özel sağlık kurumu, mesleğini serbest icra eden bir hekim veya bir diş hekimi ise bu sorumluluk tamamıyla kurum vasıtasıyla hekime intikal etmektedir.
Hasta-Kamu Sağlık Kuruluşu Arasındaki İlişki
Kamuda yapılan girişimlerde ise taraflar, hasta ile kamu sağlık kurumu arasında idare hukukuna göre ilişki kurulmalı ve hasta davayı kamu kurumuna karşı açmalıdır. Hekimin muhatap olduğu kusur hizmet kusuru olarak değerlendirilmesi gerekir. İdari yargıda davanın görülmesi gerekse de çoğu zaman bu kusurun hizmet kusurundan ayrılarak hekimin kişisel kusuru olarak değerlendirilip davanın adli yargıda görüldüğü bilinmektedir. Dava kamu kurumuna karşı hizmet kusuru olarak açılsa ve kurum mahkemece kusurlu bulunsa dahi bu kusura bağlı cezanın ifasının hekime rücu edilmeye çalışıldığı pratikte görülmektedir.
Sonuç
Kanunlarımızda hekim, hasta ve işlemin yapıldığı sağlık kuruluşu arasındaki ilişkini henüz net olarak tanımlanmadığı görülmektedir. Her kusurlu olayın kendi içerisinde değerlendirilerek farklı sonuçlanabildiği ve bu nedenle hekimlerin haksız yere astronomik tazminat davaları ile karşılaşabildiği yadsınamaz bir gerçektir. Kanun koyucu tarafından bu sorun çözülene kadar hekimler her tıbbi girişim için kendi önlemini almalıdır.
İşte tam da bu noktada “Doktoroom Onam” hekimlerin en büyük yardımcısı olacaktır. Hastalara önerilen tıbbi işlemleri sözlü, yazılı ve görsel bir şekilde, tekrar tekrar izleyebilecekleri E-onam programı hayatınızı kolaylaştıracak, aydınlatılmış onam formu yükümlülüğünüzde yardımcınız olacak ve hastalara çok daha iyi bir bilgilendirme yapılacaktır. Ayrıca post-op dönemde komplikasyon takibi ve yönetimi sağlanacak hasta iyiliği ve hekimlerin dava edilebilirliği konusunda katkı sağlayacaktır.